Üniversite gibi yeniliğin arandığı yerlerde akademik kadroların sürekli kendilerini yenilemeleri gerekmektedir. Akademide seçicilik ile üniversitelere sürekli taze kanların kazandırılması ve sürekli seleksiyonla iyi akademisyenlerin belirlenmesi gerekir. Gelişmiş üniversiteler temel bir politika olarak lisansüstü eğitim ve akademisyen yetiştirme mekanizmaları ile akademik dünyanın kalitesini geliştirmek istemektedir. Üniversitelerin dünyadan kopmamak için akademisyen yetiştirme yönetimini akademik bilgi, yetenek ve düşünme ölçütleri ekseninde yürütmesi gerekir. Son yıllarda bütün dünya üniversitelerinde “kalite değerlendirme sistemi” ekseninde akreditasyon kuruluşları kuruluyor, dış değerlendirmeler yapılıyor. Kurumsal olarak iç ve dış denetimin üniversite kalitesine ve verimliliğine etkisi her üniversite nezdinde tartışılması öncelikle gerekli görülüyor. Bir bakıma hesap verilebilirlik mekanizması geliştirilemedi. Maalesef bugün başarısını ölçecek somut verilere dayalı bir mekanizmamız bulunmamaktadır.
Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin akademik verimliliklerine bakıldığında çok küçük bir akademisyen yüzdesinin bireysel çabaları ile yapılan araştırmaların kurumları taşıdıkları somut akademik veriler üzerinden belirlenebiliyor. Üniversitelerin toplam bilimsel faaliyetleri ile akademisyen sayıları arasında çok düşük bir ilişki göze çarpmaktadır. Üretkenliğin ve verimliliğin arttırılması için nelerin yapılabileceği üniversite yönetimlerinin en ciddi kalite geliştirme sorunlarının başında geliyor. Bugün dünyada bilinen en iyi üniversitelerin başarısı, niteliği yüksek, bilimsel başarısı iyi akademisyen çokluğu ile ölçülmektedir.
Dünyanın her yerinde zaman zaman nepotist yaklaşımlar yaşanıyor. Ancak Türkiye üniversitelerinde yaşananlar, tabiri caiz ise “adrese teslim” kadro ilanları, çok sık basına yansımaktadır. Üniversitelerde akademik kadrolara alınma gibi çok fazla yeterlilik ve yetkinlik isteyen bilgi üreten felsefi kurumlara alınana kadrolar verimsizliği ve toplumun bilime olan güvenin sarsılmasına neden olmaktadır.
Olması gereken üniversite ortamı, öncelikle liyakat sahibi başarılı akademisyenlerin istihdamı ve sürdürülebilirliğinin sağlanması için yüksek puanlı öğrencilerin programlara yerleşmesi ve bu öğrencilerin içinde de en iyilerin seleksiyonla (kalbur üstü ayıklama) akademik geleceğe sağlam bir şekilde taşınmasıdır. İyi öğrenci almak ve onların içinden en iyileri belirlemek, kurumların devamlılığının teminatı ve kalitenin arttırılmasında olmazsa olmazlar kategorisindedir. Dolayısıyla akademisyen yetiştirmede ve istihdam etmede üniversitelerin bir kalite skalası ve ona uygun bir amacı olması ve bu amaç doğrultusunda sıkı bir seleksiyon yapması, o kurumun geleceğe daha iyi hazırlamakla birlikte kurumun uluslararası tanınırlığı ve kalitesini de yükseltecek unsurlardır.
Üniversiteler Kendi Sorunlarını Kendi İkliminde Tartışamaz İse Gelişemezler
Üniversite ve bilim insanı ilişkisi temelde özerk ortam ve özgür birey eksenine oturmaktadır. Üniversitelerin sürece katılması, sorunlarını tartışması kendi içinde neredeyse hiç konuşulmamaktadır. Bunsuz üniversite asla düşünülemez. Bilim insanı doğayı, toplumu sezgileme yolu ile anlama, gözleme, zihinsel fikir üretme (hipotez üretme) deneysel araştırma, üretilen bilgiyi aktarma, bilgilendirme hatta yeri geldiğinde denetleme işlevlerini kendisinin doğal görevi olarak sayar. Bilim insanının bu ulvi görev ve işlevleri, yaratıcı fikir ve çalışmaları üniversiteyi ileri üniversite kategorisine sokar. Bunlar gerçekleşmediğinde ise gelişme durur ve kendi içinde üniversitecilik yapılmaya başlanır, bilim insanı da öğretmen olmanın ötesine geçemez. Prof. Dr. Cahit Arf hocanın ifadesi ile “ileri ortaokul” düzeyinde kalır.
İleri gelişmiş üniversitenin ön koşulu, özerk üniversite koşullarının ve özgürlüklerin önünün tam olarak açılması ile sağlanır. Ön koşulların aksi yönüne gidilirse ülkenin ve toplumun yaşam standartları toptan gerileyecektir. Son 40 küsur yıldır üniversiteler üzerinde soğuk savaşın etkileri, 1970’li yıllarda yaşanan çatışmalar ve bölgesel sorunlar nedeniyle üniversitelerin özerkliği ve bireylerin özgürlükleri sınırlandırıldı. YÖK’ün kurulması ve merkezi idarenin üniversiteleri kontrol altına alması anlayışı ve bu anlayış etrafında şekillenen politikalar, ülkenin üniversite içi demokrasisine zarar vermesinin yanında ülke geneline ve ülkenin ekonomik gelişmesine de ciddi zarar verdiği sıklıkla vurgulanmaktadır.
Eleştiren ve sorgulayan üniversite ülkeyi gerçekten muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkararak geliştiren çağdaşlaştıran bir ülke durumuna getiri. Eleştiri ve düşünce açıklama bilim yapma ve gelişmenesin en temel faktördür. Çağımızda üniversiteler eğitim, araştırma ve eğitim veren kurumlar olmanın yanı sıra aynı zamanda toplumsal, siyasal ve ekonomik gelişmeye önderlik edecek nitelikli insanların yetiştiği ve dinamik modeller oluşturan kurumlar durumundadırlar. Ancak günümüzde üniversiteler bu misyonu sürdürebiliyor mu, sorusu halen tartışılmaktadır.
Üniversitelerin Sorunlarını Kendi Özerk Ortamında Tartışması Önem Kazanıyor
Yaşanan Covid-19 salgını sonrası Türkiye üniversite sorunlarını, ön yargılardan ve siyasi etkilerden uzak kapsamlı bir biçimde kendi içinde tartışmalıdır. Dünya üniversitelerinin üretkenlikleri ve bilime katkıları ile ülkemiz üniversitelerinin üretkenliği ve bilime katkısı, karşılaştırılamayacak düzeyde gerilere doğru savrulduğumuzu somut veriler ekseninde göstermektedir. Üniversitelerimizin son yılarda dünyada 65.371 yayın ile toplam makale üretimi ilk 20. sırada yer almakta, ancak makale başına atıf sayısı ise 2.7 ile 49 sırada yer almaktadır. Hızla nitelik kaybı yaşandığı görülmektedir. Üniversitelerin ve bilim kuruluşlarının bu sorunları tartışabilmeleri için özerk olmaları gerekmekle birlikte bilginin/bilgeliğin yetkinliği ekseninde bağımsız düşünce ile öneri geliştirmesi de gerekmektedir. Eğer bilgi her şeyin üstünde ise bilgiyi ancak bilgi kontrol edebilir. Başka bir güç bilginin üstünde olmamalıdır. Üniversiteler uzun zamandır özerk yönetim anlayışından uzak rutinleri ile ağırlıklı olarak ders vermeye yeltendikleri için kendi sorunlarını daha az tartışırken sorunlarının üst yönetimler ile YÖK ve yetkili devlet birimleri tarafından çözülmesini beklemektedir. Ancak sorunlarında giderek büyüdüğü, akademik verimliliğin düştüğü ve ciddi bir ataletsizliğin sürdüğü görülmektedir.
Sonuç olarak; yapılan en ciddi eleştiri beklenilen anlamda nitelikli üniversite ortam ve bilim insanı kaldı mı? yönünde. Türkiye üniversitelerinin zayıflayan özerklik sorununa bağlı olarak kendi kararlarını kendi almaması, düşüncelerini açıklamaktan çekinmesi ciddi verimsizliğe ve ataletsizliğe itmiş durumdadır. Bilimsel araştırma ve eğitim kalitesi giderek düşüyor. Üniversitelilik bilinci olan kadroların yavaş yavaş emekliye ayrılıyor veya kendilerini sürecin dışında tutarak görüş ve/ya önerilerde bulunmaktan sakınıyorlar.
Dünyada bir çok kategoride 16-20 sırasında yer alan Türkiye’nin gelecekteki gelişmişliği ve yaşam kalitesi bilim ve üniversite eğitim-araştırma kalitesine bağlıdır. Türkiye’nin iletişim çağından kopmaması ve çağın öncüsü olması için hızla evrensel ölçekte üniversite olma ve ona uygun standartlara ve mekanizmalara sahip olunmasını bağlıdır. Ülkemizin halen önemli bilim insanı potansiyeli ver ve yeniden üniversiteleri dünya standartlarına taşıyabilirler.