Hiç kimse üstüne alınmasın. Listenin en başına kendimi koyuyorum. Tabi görgüsüzlük de şekil şekildir. Asla yemek resimleri paylaşmam. Gittiğim otellerde etiketlenmem. Evimin resimlerini koymam. Malum bu ülkede bir kere bile lüks otellere gidip, pahalı lokantalarda yemek yiyemeyen bir sürü insan var. Paylaşıp da insanları kaderlerine isyan ettiremem.
Bende ki görgüsüzlük daha farklı. Mesela selfie görgüsüzlüğü. Azan beraber gittiğimiz yerlerde kızım beni uyarıyor. Hem de yüzünde kınarcasına bir ifadeyle. Anne ayıp ayıp bu yaşa gelmişsin. Ben de suçumu bastıracağım ya, eee kızım bizim zamanımızda selfie mi vardı yahu diyorum.
Bende ki görgüsüzlük şiir görgüsüzlüğü. Ya da gittiğim bir yerde arkadaşımla kadeh tokuştururken çektirdiğim bir kaç resim. Ha o da erkek kardeşimin ayar vermesiyle, yani fırçasıyla bitti. Ama Facebook’ta çareler tükenmez tabi. Bazen etiketleniyorum, sonra da benim ne suçum var etiketlemiş beni diyorum. Sanki etiketi kabul etmeme butonu yokmuş gibi.
Facebook ilk çıktığı zamanlar amacına hizmet ediyordu. Eski arkadaşlarımızı bulduk, yıllar sonra hasret giderdik vs vs vs.
Sonra facebook imaj değiştirdi. Coğrafyabook, Tapubook, Etiketlenmebook yani SHOWBOOK oldu.
Gittiğin yerlerin resimlerini paylaşmayı anlıyorum tabi. Hatta ülkemizin güzelliklerini göz önüne sermek harika bir şey. Ama kaldığın otelin ismini paylaşmayı bir türlü anlayamıyorum. Senin o lüks otelde etiketlenmen gidemeyenleri mutlu mu edecek sanıyorsun. Belki de hiç gidemeyecek olmasına ah ettirmeyecek mi sanıyorsun.
Yurtdışına mı gidiyorsun, yahu tamam bir kaç resim paylaş, Eiffel kulesine karşı mesela ama sanki ben Paris’e gidiyorum yahu. Adım adım santim santim geziyorum Paris’i. Hem de o gelen kadar.
Üstelik memlekette kıyametler kopmuş, bombalar patlamış. Bir sürü insan ölmüş, yas tutmak bir yana resimler tam gaz devam ediyor. İsyan etmemek elde değil.
Gelelim tapubook şekline. Ev dubleks ise mutlaka merdivenin orda çekilir resim. Ya da diyelim yazlık evini çekecek. Balkona bir çiçek konur, işte yazın ne çiçekler yetişir, o konuda da çok cahilim ama mesela begonya diyelim. İşte begonyalarım da büyüdü falan filan ama arkada mutlaka havuz resmi. Diyeceğim o ki, dostlar alış verişte görsün. HERŞEYİN BİR RAJONU VARDIR sosyal medyada. Yani kızım sana diyorum gelinim sen anla gibi.
Bir de yıldönümlerinde masayı çiçeklerle donatan, çokkk pahalı hediyeler alan eşler ve hemen bunu sayfasına koyan kadınlar, altına yazasım geliyor, yahu ne çatlatıyorsunuz adamı, alan var alamayan var, hatta burayı kendime yazıyorum, unutmayıp hatırlayınca bile , ‘aha kamyon mu çarptı ne’ diyenler var.
Son moda hastanelerde etiketlenme, altında da dua edin. Bende mi tuhaflık var, paylaşanlarda mı bilmem. Ben annem hastaneye düşse ya da bir yakınım dostum her neyse, bırakın resmini paylaşmayı ki annem bir görse defterim dürülür. Dua etmeye bile dilim dönmez, kendimden geçerim. Nasıl bir güç buluyorsunuz da resim paylaşabiliyorsunuz.
Benim bam telim ise, üstatların şiirlerini basıp altına kendi isimlerini yazan hırsız grubu. Görünce tüylerim diken diken oluyor. Hayır, Can Yücel ‘in şiirlerinden birkaç mısra paylaşıp altına da bir güzel kendi imzalarını basıyorlar ya, korkuyorum bir gün mezarından çıkacak SENİN GELMİŞİNE GEÇMİŞİNE diye başlayacak. Bu arada facebookda hayran kitlesi diye bir şey var, satın alıyorsunuz, sonra da paylaşımını bir tıkla yüzlerce beğeniye yükseltiyorsunuz. O TAM BİR KEPAZELİK.
Diyeceğim o ki facebook herkesin birbirini çok sevdiği ama sokakta görse selam vermediği, kalplerin havada uçtuğu bir sevgi kelebeği. Hatta az kaldı, artık kalpler yetmeyecek, Mark efendi ciğer ikonu gönderecek, yani ciğerimsin, sol döşümsün, o derece
Ne alaka diyeceksiniz ama anlayanlar anlayacak, Yazımı John Steinbeck’in Gazap Üzümleri adlı romanından çok sevdiğim bir sözle bitirmek istiyorum.
ZENGİNLER DOĞAR BÜYÜR ÖLÜR… BİZ ÜRERİZ, ÇÜNKÜ BİZ HALKIZ