AY’a çıksan formanın AS’ından tanırsın Ayas’lıyı. Gri sonsuzluğu, bordo ise sevdayı temsil eder.
Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım
Bazen gözyaşı oldu bazen içli bir şarkı
Her anını eksiksiz dün gibi hatırlarım
Tam kırk yıl önceydi. Mevsimlerden yeşil bahardı, kavak yelleri o kadar şiddetli esiyordu ki, dengemizi bulmakta epey zorlanıyorduk. Bir gemi yanaştı limana. Kaptan köşkünden kendisinden emin, uzun boylu bir kadın İngiliz aksanlı bir Türkçeyle bize doğru seslendi. ‘Hazır mısınız? Şaşkın şaşkın birbirimize bakıp fısıldadık. Neye hazır mıyız? ’O kadar mesafeye rağmen sesimizi duymuştu. ’Dağlardan papatyalar toplamaya, gökyüzüne uzanan bir merdivenin basamaklarını yavaş yavaş çıkmaya, orda ilim irfan öğrenmeye hazır mısınız’. Gözlerimizde ki ürkek bakışları fark etmiş olmalı ki, sözlerine şöyle devam etti. ‘Korkmayın, ben daima yanınızda olacağım. Bu yolculuk meşakkatli bir yolculuktur, azan fırtınaların tam ortasında kalacaksınız, azan batma tehlikesiyle karşılaşıp paniğe kapılacaksınız. Hatta bazan yolunuzu bile kaybedeceksiniz ama ben elinizden tutup size doğru yolu göstereceğim, başınıza kötü bir şey gelmesine asla izin vermeyeceğim. Lakin bu yolculuk boyunca sadakat isterim sizden, bana güvenecek ve sözümden çıkmayacaksınız, Elbette ki bazı yanlışlarınız olacak, içinde saygısızlığın olmadığı bütün hatalarınızı hoş göreceğim. Size hayatı öğreteceğim. Şimdi söyleyin bakalım. Var mısınız bu gemiye binmeye. Benim kaptanlığımda bütün fırtınalara göğüs germeye, her türlü zorluğun altından LAİK’iyle çıkmaya var mısınız’
.Karşımızda öyle bir Kaptan vardı ki, kasırgaların ortasında bile kalsak bu gemi batmaz dersiniz. Kaptanımız anne şefkatini eğitim disipliniyle harmanlamış bir rehber, yol gösterici, eğitim gönüllüsü. Yürüdüğü yeri titreten ama bunun yanında size sonsuz bir güven veren bir kadın. Meslek hayatımda kendime idol aldığım kadın ELİZABETH AYAS.
Tam kırk yıl önceydi. Hiç düşünmeden, avazımız çıktığı kadar bağırdık, sizinle her şeye varız ,artık bir geminin güvertesinde hiç tanımadığınız insanlarla 7 yıl sürecek bir yolculuk başlamıştı. Dümen okyanuslara doğru kırıldı. Rotamız Atatürk’ün yoluydu
Hani o saçlarına taç yaptığım çiçekler
Hani o güzel gözlü ceylanların pınarı
Hani kuşlar ağaçlar
Binbir renkli çiçekler
Bugün gibi hatırlıyorum o ilk günü. Karmakarışık duygular içindeydik, Biraz korku biraz heyecan. Önce tanışma merasimi başladı. Daha 12 yaşındaydık, Arkadaşlık denilen kıvılcımın dalga dalga büyüyüp seneler içinde bir yangına dönüşeceğini bilmiyoruz. İlkokul bitmiş, yepyeni bir okulda, yeni bir sınıfta, sıralardan uzanıp garip garip birbirimize bakıyoruz. Yavaş yavaş isimlerimizi öğreniyoruz..O gün, üç öğün aynı bardaktan su içip, aynı tabaktan yemek yiyeceğimiz uzun bir yolculuğa çıkıyoruz, Önce korkuyoruz birbirimizden, sonra ısınmaya başlıyoruz. Zaman ilerledikçe birbirimize karışıyoruz,.
.Öyle ki sabah olup da okula gelirken sanki çoktandır görmediğimiz bir dostumuza gelir gibi koşa koşa geliyoruz. Hem de bir gecede dağ gibi birikmiş sohbetlerle. Okulun duvarlarının dili olsa da konuşsa. Her bir köşesinde bin hatıra var. Serviste saçlar başlar dağınık, kravat bir yanda, forma bir yanda dağınık mı dağınık ta ki okulun kapısından girene kadar. Malum söz verdik BU YOLCULUĞA VARIZ AMA ELİZABETH AYAS’IN KURALLARINA UYACAĞIZ, gençlik tamam ama saygısızlık asla,
Gülmek için sebebe gerek yok, gözlerin birbirine değmesi yetiyor da artıyor. Akşamları eve giderken gülmekten ağrıyan karnımızın sızısıyla gidiyoruz. Gençlik dedim ya, ilk sevinçler, ilk dertler, ilk kederler düşerken gözlerimizden, beraberce siliyoruz acı sandığımız o yaşları yanaklarımızdan. Her şeyin ama her şeyin ilkini beraber yaşıyoruz. Hepimiz bir birimizin ilk göz ağrısı, ilk sırdaşı, ilk dostu
.Belki de bunca zaman hiç kimseye söyleyemediğimiz sırları yüklemişiz minicik yüreklerimize, Eserekli yıllar. Öyle deli bir kan dolaşıyor ki damarlarımızda, akıllandırana aşk olsun.
İlk sinemaya kaçışımız tam bir olay, Film ENDLESSLOVE,,, Gişedeki amcadan izin istiyorum Amca bir anneme telefon açabilir miyim. Aç tabi deyip uzatıyor telefonu. Arıyorum Anne ben okuldan kaçtım haberin olsun, Annem En yakın arkadaşım,, bir tanem yok işte gerisi, Tamam kızım diyor, Okuldan ararlarsa Haberim var derim, Derken filme giriyoruz, Tam 20 kişi sıralalanıyoruz. Çıt yok, ağzımız bir karış açık, o sonsuz aşkı seyrediyoruz, Filmin bir yerinde kızın annesi ,kızının sevgilisiyle yatmak istiyor, David Ondan başkasıyla olmaz diyor. Tam arkamızda yine okuldan kaçmış, birkaç tane erkek öğrenci, içlerinden biri e tabi klas meselesi diyor,,, o anda 20 kız yerlerde,, tut tutabilirsen artık
Sun Pastanesi vardı o zamanlar Adana’da,, orda çalışan çocuk bize hakkını helal etti mi bilmiyorum ama az çektirmemiştik çocuğa. Gayet terbiyeli bir şekilde gider masaya oturur, bir dakika bakar mısınız diye seslenirdik, çocuk gelir buyurun der,,frügo var mı diye sorardık, evet var der çocuk, bizden cevap şu, İYİ SEN BİZE DONDURMA GETİR,,, biz gülmekten geberirken zavallı tuhaf tuhaf yüzümüze bakardı. Lakin bunları şımarıklık olsun diye yapmıyorduk,, zengin çocukları olsak da hiçbirimiz şımarık değildik,, amacımız sadece şaklabanlık yapmaktı, o kadar Hafta içi yetmezmiş gibi hafta sonları da mutlaka beraber olurduk, o zamanlar saçlar ortadan ikiye ayrılıp, tayyare şeklinde dışarıya fönleniyordu, hepimizin başında aynı saç modeli havalı havalı gezerdik Adana sokaklarında, tabi gülmekten 10 dk’lık yol 1 saatte alınırdı.
Bir keresinde. Dışardan yemek yemeyi yasaklamıştı Elizabeth Hanım. Velilerimiz de bu konuda ondan yana yer almıştı. Dışarı çıkamıyorduk öğlenleri. Âmâ biz buna da bir çare bulmuştuk. Gravatlarımızı birleştirip pencereden poşeti sarkıttık, Aşağıda duran kebapçıyla anlaştık, Sınıfımızın konumu buna müsaitti, Lakin bunu Elizabet Hanımın duymaması gerekiyordu. Bu nedenle öğlenleri biz o kebapları hüpletene kadar sınıfımızın kapısı dışardan gelenlere karşı tedbir olsun diye kilitliydi, Soran olursa da ders çalışıyorduk deyip yalan söylüyorduk.
Anılar anılar kitaplara sığmayan anılar. Hayatımızın en güzel dönemimi geçirdiğimiz yıllar ama rüzgâr gibi gelip geçen yıllar, hayatımızın en güzel çiçeklerini en masum yağmurlarla suladığımız günler ama hiç solmayacak günler, İşte bu yüzden de HİÇ KİMSE LİSELİ ARKADAŞIN OLAMAZ, aradan kaç yıl geçerse geçsin onlarla bir araya geldiğin zaman sen yine o liseli kızsındır, hiç kimseyle onlarla yaptığın şakaları yapıp, kahkaha komalarına giremezsin.
Ben hala o günleri anarsam yaşıyorum
Sanki mutluluğumuz geri gelecek gibi
Hala güzelliğini kalbimde taşıyorum
Dalından koparılmış beyaz bir çiçek gibi
Hani o saçlarına taç yaptığım çiçekler
İşte şimdi yine o bahçenin içindeyiz, masaların etrafına sıralanmış, deliler gibi gülüp eğleniyoruz, önceki devreler sonra ki devreler yine Ayas ruhunda tek beden oluyoruz. Ama yıllar geçip giderken saçlarımıza aklar bırakmış, ama zaman gözlerimizin etrafına derin çizgiler çizmiş. Umurumuzda mı, kalbimize hiç dokunamamış ki zaman. Biz yine aynı biz. Tıpkı o eski günler gibi sarılıyoruz birbirimize. Aynı içtenlik, aynı masumiyetle. Biz yine o okulun öğrencileriyiz. İzmir Marşını söylerken avazımız çıktığı kadar VARIZ diye haykırıyoruz, Atatürk’ün yolunda daima elele yürümeye, Rotasının Atatürk olduğu bu gemiden asla inmemeye VARIZ.
Bu arada gecede emeği geçen akide şekerimiz, gözbebeğimiz, bir tanemiz Cemalpaşa muhtarı Ayşen Andırın Eren Ablamıza ve ekibine buradan bir kez daha sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
Çok mutlu da olsak, mutluluk hüzünsüz olmaz. Gözlerimiz genç yaşta kaybettiğimiz dostlarımızı arayıp duruyor. Kahkahalarla gülerken bile Aylam neredesin diye bir çığlık yükseliyor içimizden. Bu geceyi O’nsuz anmak haksızlık olurdu, belki hiç sırası değil diyeceksiniz ben yine de, tam ölüm haberini aldığım an kalemimi elimden bıraktığım şiirimle bitireceğim yazımı
GÜLE GÜLE CAN DOSTUM
Bir sen değilsin giden
Sanki hiç yaşanmamış gibi
Gençliğim gidiyor seninle
Hatıralarım
İlk sırlarım
Çocukluğum gidiyor seninle
Oysaki
Uzatsam elimi
Yakalayacaktım o günleri
Bir adım atsam
Atabilsem
Kucaklayacaktım ilkbaharımı
Son umudum da gitti seninle
Var mıydı dostlukta böyle oyunbozanlık
Hani her yaş güzeldi
Hani ağlamak beyhudeydi
Böyle bırakıp gitmek var mıydı
Vefalı sanırdım seni
Bana hiç kıyamaz
Üzemez sanırdım
Can dostum sanırdım seni
Sana sen ’siz ağlamak var mıydı
Güle güle arkadaşım
Yolun açık olsun
Bu dünyada alamadın muradını
Mutlu ol oralarda
Bilinmeyen bir zamanda
Bilinmeyen bir yerde
Ama bir gün mutlaka görüşmek üzere
ELVEDA CAN DOSTUM