Yazar: İsa Ekici

  • HER MEVSİM SEVİLEREK TÜKETİLİYOR

    Adana için kışın olmazsa olmaz lezzetlerinin başında gelen şırdan, sıcak havalarda da sevilerek tüketiliyor.

    Şırdan için yaz-kış dönemi yoktur.

    İnsanlar şırdanı kış yiyeceği olarak biliyor ama bu lezzetin yazı kışı yok. Tıpkı Adana Kebabı gibi, tıpkı bibibici gibi… Yaz kış demeden insanlar gece geç saatlerde şırdan yiyor. Adana’nın meşhur olan bu lezzeti her mevsim ilgi görüyor ve sevilerek tüketiliyor.

    Şırdan denilen organ her hayvanda bir tane bulunuyor. Yani şırdan bir kuzunun midesinin bir bölümü. Burası hayvan kesildikten sonra özen ile çıkarılır ve temizlendikten sonra satışı yapılır. Sonra bunları bizler alır içine baharatlı pirinç ile temizlendikten dikilir ve sonra da pişirilir.

    Şırdanın her hayvanda olmasına rağmen, şırdanın Adana dışında başka bir şehirde bu kadar lezzetli yapılmaz.

    Adana Kebabı da Adana’nın yöresel bir lezzet. Ama Adana Kebabı’nı başka illerde hazırlayıp satıyorlar. Ama şırdanı kimse yapmıyor. Çünkü Adana’nın dışında başka illerde ki kasaplar şırdanın hangi organ olduğunu tam olarak bilmiyor. Bilseler de Adana’da ki kadar lezzetli olmuyor.

  • TOKİ Bilmecesi

    Sosyal Konut Hamlesi kapsamında TOKİ tarafından hak sahipleri için kura işlemlerinde Adana’ya sıra geldi. Çekilişler yapıldı. Ancak ilk kez yapılan bir uygulama olan arsa dağıtımı konusunda belirsizlik ise halen daha devam ediyor.

    Artan ve halihazırda da artmaya devam eden fiyatlar, ev hayali kuran dar gelirli vatandaşlar için hayal olmuştu. Nasıl olmasın ki daha yeni asgari ücretler verilmeye başlanmadığı için bu rakamı kullanıyorum, 5 bin 500 lira maaşı olan bir aile günümüz şartlarında ev sahibi olabilir mi?

    İmkansız…

    Çünkü daha 1 yıl öncesine kadar 300 bin lira olan bir daire şuanda 1 buçuk milyonun üzerine çıkmış durumda. Geliri sadece asgari ücret olan bir kişi bırakın ev sahibi olabilmeyi kiralara bile yetişemez duruma geldi.

    Bu noktada kişilerin barınma sorunlarına çare olması için 250 bin sosyal konut projesi hayata geçirildi. Çoğu ilde kura çekilme işlemi tamamlandı, çoğu ilde de sırayla devam ediliyor.

    Ancak gel gelelim ilk kez hayata geçirilen bir proje olan TOKİ’nin arsa projesinden ise şuana kadar bir ses çıkmadı.

    Çekilişler ne zaman? Verilecek arsalar nerede? Hiç kimsenin bildiği, duyduğu bir şey yok. Adana’daki yetkililerin de konu ile ilgili bir bilgisi yok. Verilecek arsalar neredeymiş diye sorduğunuzda yer şuanda belli değil cevabını alıyorsunuz.

    Öte yandan TOKİ’nin kendisini arayıp sormak, bilgi almak istediğinizde zaten ulaşamıyorsunuz. Bu bilinmezlik, muamma ne zamana kadar sürecek bilinmez ancak insanlar merak ediyorlar. Bu merakların da giderilmesi için en azından bir açıklama yapılması bekleniyor.

  • İnsanların Canları Artık Bu Kadar Ucuz Olmamalı…

    06.02.2023 tarihi 04.17’de Kahramanmaraş ili Pazarcık ilçesinde 7.7 büyüklüğünde bir deprem
    meydana geldi. Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Adıyaman, Osmaniye,
    Hatay, Kilis ve Malatya depremden etkilenen 10 il oldu.
    Sabaha karşı meydana gelen depremin yıkıcı tablosu ise gün aydınlanmaya başlayınca ortaya çıktı.
    Koca koca binalar yıkıldı. Binlerce insan enkaz altında kaldı. O an can verenler oldu, aradan günler
    geçtikten sonra o enkazların altında canlı çıkarılanlar da oldu.
    Ülke olarak çok büyük bir imtihandan geçtik ve geçmeye de devam ediyoruz. Aradan ne kadar yıl
    geçerse geçsin bu depremin psikolojisinden çıkmak mümkün olmayacak. Artık haberleri izleyecek
    dermanımız kalmadı. Ağlayacak gücümüz yok. İçtiğimiz sudan, yediğimiz yemekten, yattığımız
    yatağımızdan utanıyoruz.
    İnsan hayatta kaldığına sevinemiyor bile böylesine bir trajedinin içinde. Ailecek hayatlarını
    kaybedenler var. Annesi ölüp çocuğu kurtulan var. Çocuğunun cansız bedeni ile saatlerce enkaz
    altında kalan anne babalar var. Kolay kolay hafızalardan silinmeyecek, içimizi eriten, nefesimizi kesen
    hikayeler var. Allah herkese sabır ve dayanma gücü versin çünkü bu durumun üstesinden gelmek
    kolay kolay mümkün olamayacak.
    İşin can acıtan kısmının haricinde bir de ülkemizde herkesin rahat rahat müteahhit olabilmesi,
    malzemeden çalarak binaları dikmesi, kimsenin sorgusuna sualine takılmaması gerçeği var. Hal böyle
    olunca da böyle manzaralar derin izler bırakır hepimizde.
    Allah aşkına Çatalan yolundaki yeni yeni binalara bir bakın ya… Bilmem ne kasabı inşaat, bilmem ne
    asansör firmasının inşaat alanı, bilmem ne boyacısının binasının inşaat sahası…
    Ya yapmayın artık ya yeter artık ya. Kasapsan git et ile meşgul ol ne işin var ya senin bina yapmakla.
    Ne anlarsın sen müteahhitlikten. Aynı şekilde o adını vermek istemediğim bilmem ne asansör
    firması… Kimsin sen kardeşim… Asansörcü müsün müteahhit mi?
    İşte bu adamlar sadece zenginliklerini arttırmak için günümüzde en karlı yatırım olan inşaat işine
    girdiklerinde hele bir de maliyetleri minimuma indirmek adına malzemelerden çaldıklarında ahanda
    tablo 30 bine dayanan ölü olur.
    Yazık günah değil mi? Sizin ne hakkınız var insanların yaşamlarını çalmaya? Ne hakkınız var anneyi
    çocuksuz, babayı eşsiz, annesiz, babasız bırakmaya. Kardeşleri ayırmaya? Kimsiniz ve ne hakkınız var.
    Ülke olarak çok büyük bir felaket yaşıyoruz. Binalar yeniden yapılır, maddi olumsuzluklar zamanla
    giderilir ancak giden canlar geri gelmez, insanların ruhlarının en ince yerlerinde açılan o derin izler
    yıllar geçse de geçmez. Bu yüzden bu olayı hep gündemde tutacağız.
    Bundan böyle devletin en tepesinden başlamak üzere üzerinde sorumluluk olan herkes her kafasına
    esenin bina dikmesine müsaade etmemeli. Denetimler inşaatların her aşamasında arttırılmalı.
    İnsanların canları artık bu kadar ucuz olmamalı…

  • Yeniden Soğan Oyunu

    Mutfakların en temel sebzesi olan, o olmadan yemeklerin büyük bir kısmının yapılamadığı soğanda yeniden oyunlar oynanıyor. Çünkü fiyatı sürekli artıyor. Fiyatı artıyor artmasına da satılan soğanların neredeyse hemen hemen hepsi içi çürümeye başlamış soğanlar.

    Eminim pazara giden soğan alan bütün vatandaşlar benim yaşadığımız şaşkınlığı yaşıyordur. Satılan soğanların gerçekten ama gerçekten önemli bir kısmı çürük olarak satılıyor. Zaten satın alırken dokunduğunuzda anlıyorsunuz soğanın yumuşak yumuşak, cıvık cıvık oluşundan ancak yapacak bir şey piyasadaki bütün soğanlar bu kalitede olduğu için el mecbur alıyorsunuz. Sonra eve getiriyorsunuz içini soyabildiğiniz kadar soyuyorsunuz çürükleri ayıklaya ayıklaya elinizde küçücük bir parça alıyor. Üstüne üstlük bir dünya da para veriyorsunuz.

    Soğanın fiyatı uzun süreden bu yana vatandaşların gündeminde… Nasıl olmasın ki?

    Hemen hemen yapılan bütün yemekler soğanla yapılıyor. Yemeklerin olmazsa olması soğan olduğu için insanlar fiyat ne olursa olsun almak zorunda. Tabi ki fiyatların gün be gün artması cepleri yakıp geçiriyor fakat karşılığında aldığınız soğan da soğana benzese…

    Adana’da şunun şurasında mayıs ayı dediniz miydi patates soğan hasadı başları. Yani yakın zamanda yeni mahsul zaten pazara girecek. Hal böyleyken elinizdeki çürük ürünleri vatandaşa bu kadar pahalıya vermek neden?

    Bu soğan ile ilgili spekülasyonlar durup durup yeniden hortlatılıyor. Sürekli bir soğan kıtlığı varmış havası yaratılıyor ardından soğanlar depolarda çürümeye bırakılıyor. Çürümeye yüz tutan soğanlar şimdi olduğu gibi yüksek fiyatlardan vatandaşlara satılıyor.

    Bana göre bu kadar çürük ürünlerin vatandaşlara böyle satılmasının araştırılması gerekiyor. Aksi halde bunun ardı önü kesilmez.

  • Her Zaman Hazırlıklı Olmalıyız

    Ülkemizin büyük bölümü deprem kuşağında olduğu için her zaman hazırlıklı olmalıyız.

    Depremden önce gerekli önlemlerimizi alabilmemiz için yapmamız gerekenleri hatırlayalım. Depremden önce; evimize deprem sigortası yaptırmalıyız. Bu sayede eğer deprem sonrasında evimiz zarar görmüş ise evimizin zarar gören bölümünü yeniden yaptırabilirler. Depremden önce; tüm aile bireyleri için bir deprem çantası hazırlamalıyız. Deprem çantasının içinde; giysiler, el feneri, düdük, açılmamış bisküvi, konserve vb. paketlenmiş yiyecekler, yara bandı, sargı bezi, makas, sıcak tutacak giysiler, battaniye, eğer kullandığımız ilaçlar varsa aynı ilaçtan yeteri kadar ve birkaç adet açılmamış su, kendimizi ve ailemizi tanıtan bir kart, kalem ve kâğıt ve biraz para bulunmalıdır. Depreme hazırlıklı olmalıyız. Unutmayın; önceden hazırlıklı olmak hayat kurtarır. Eğer tek katlı bir binada yaşıyorsak evimizin tabanını sağlam yaptırmalı ve evlerimizi depreme uygun yapılan evlerimizden yaptırmalı ve satın almalıyız.

    Depremden en az etkilenmek için deprem anında uygulamamız gereken kuralları hatırlayalım. Deprem anında yapılması gerekenler: eğer binanın içindeysek; duvara sabitlenmiş ve sağlam bir eşyanın yanına çömelerek çök, kapan, tutun pozisyonu almalıyız. Bu pozisyonu almak için; bir elimizle, yanına çömeldiğimiz eşyanın herhangi bir yerine tutunmalı ve diğer elimizle ise başımızı korumalıyız. Deprem anında sakin olmalıyız. Panik yapıp evin içinde koşturmamalıyız. Deprem anında; dışarı çıkmamalı, merdivenleri ve asansörü kullanmamalıyız. Deprem; eğer çok şiddetli ise yerimizden hiç kıpırdamamalıyız. Çünkü bizim ani bir hareketimiz evin yıkılmasına sebep olabilir. Deprem anında; binanın içinde isek camlardan ve yıkılabilecek eşyalardan uzak durmalıyız. Depremlerin ne zaman olacağını kimse bilmez. Depremin bir diğer adı da yer sarsıntısıdır. Deprem anında çök, kapan, tutun pozisyonu almalı ve bu sayede kendimize bir hayat üçgeni oluşturmalıyız. Hayat üçgeni sayesinde eğer üstümüze bir enkaz düşerse enkaz bizlere değil de, yanına çömeldiğimiz eşyanın üstüne düşecek ve bir kenarı eşyanın ve bir kenarı da yerin üstünde olacağı için o küçük arada bir boşluk oluşacak ve o boşluk sayesinde bizler belki; ölümden kurtulacağız.

    Her büyük depremlerden sonra; küçük artçı depremlerde olur. Bu sebepten dolayı, depremlerden sonra; eğer binadan çıkacaksak dikkatli bir şekilde çıkmalıyız. Deprem anında eğer dışarıdaysak ağaçlardan ve binalardan uzak olan, boş bir araziye gitmeli ve orada bir süre beklemeliyiz. Depremden sonra; depremi hisseden yakınlarımızla telefon görüşmesi yapmalı ve durumlarının nasıl olduğunu öğrenmeliyiz. Depremden sonra yapılması gerekenler; sakin olmalı ve binadan dikkatli bir şekilde çıkmalıyız. Eğer enkaz altında kaldıysak sakin olmalı ve panik yapmamalıyız. Enerjimizi korumalı ve yapabildiğimiz kadar yüksek bir ses tonuyla sesler çıkarmalıyız. Eğer ses çıkaracak bir durumda değilsek görevlilerin bizleri enkaz altından kurtarmasını beklemeliyiz. Elimizden geldiğince uyumamaya çalışmalıyız. Eğer ağır bir şekilde yaralanmışsak; kanayan yarı bir bezle sarmalıyız eğer saracak durumda değilsek yapabildiğimiz kadar sakin olmaya çalışmalıyız. Enerjimizi korumalı ve panik yapmamalıyız. Suyumuzu ve yiyeceklerimizi idareli kullanmalıyız.

  • EDS’DEN KESİLEN CEZALARIN YÜZDE OTUZU BELEDİYENİN KASASINA MI GİRİYOR?

    Kısa süre önce yapılan düzenleme ile birlikte Adana’da 17 farklı noktaya Elektronik Denetleme Sistemi (EDS) kurulumu yapıldı.

    2012 yılında çıkarılan; “Belediyelerin kendi bütçe kaynaklarını kullanarak, karayollarında can ve mal güvenliğini sağlamak, düzenli ve güvenli trafik akışını temin etmek üzere kuracakları elektronik sistemlerin, Emniyet Genel Müdürlüğü’nce trafik ihlallerinin tespiti amacıyla kullanılması sonucunda oluşacak trafik idari para cezasının yüzde 30’nun belediyelere aktarılması” düzenlemesiyle, belediyelere bu tür projeleri yapma ve ek gelir elde etme imkânı tanınmıştı.

     Böylelikle EDS ile kesilen para cezalarının yüzde 30’u Adana Büyükşehir Belediyesi’nin kasasına gireceği ifade ediliyor.

    2017 yılında dönemin belediye başkanı Hüseyin Sözlü tarafından İl Emniyet Müdürlüğü ile ortak çalışmalar başlatılmıştı. Hüseyin Sözlü’den kalan projeleri inatla tamamlamayan Büyükşehir Belediyesi bunu yarım bırakmadı sağ olsun. Yarım kalan proje artık hayatta.

    Elektronik denetleme sistemi hız ihlali yapan araçların tespiti için hazırlanmış bir sistem. Gece bile kırmızı hız tespitinin yanı sıra kırmızı ışık ihlallerini bile algılayarak tespit edebilme yeteneğine sahip.

    Avrupa’da uzun yıllardır uygulanan bir sistem elbette önemli ve gerekli bir sistem ancak konulduğu yer çok önemli. Çünkü siz eğer trafik akışının olduğu bir yere bunu koyarsanız günde yüzlerce araca ceza kesersiniz. Bu cezalardan elde edilecek gelirlerin yüzde 30’unun da belediye kasasına gireceği düşünüldüğünde eğer ki belediye bunu bilerek ve isteyerek de az önce dediğim gibi trafik akışının yoğun olduğu bir yere koyarsa insanın aklına soru işaretleri geliyor.

    Örneğin çok kişinin de dile getirdiği gibi İncirlik ve Yüreğir arasındaki Sezai Karakoç Bulvarı, siz buraya EDS kurdunuz. Otobanı andıran bu yolda sürücü nasıl 50-60 ile gitsin Allah aşkına!

    Yani bu gibi yollarda 50-60 ile gidilmesi trafiğin sağlıklı ilerlemesine aykırı. İnsanların zaten geçim derdinde oldukları bu dönemde lütfen EDS’leri vatandaşları yolmak için kullanmayın. Gereken yere koyun ancak gelişigüzel de olmaz bu işler.

    Kaza riski olan yerlere koyun, sürat yarışlarının yapıldığı yere ve vatandaşlardan yoğun şikayet aldığınız yere koyun. Ama kafanıza göre olmayacak yerlere de koymayın şunları.

    Amacına uygun yapılan hizmete karşı çıkılmaz sadece yerinde yapılsın.

  • Bahar Yağmurları Can Suyu Oluyor

    Türkiye’de kuraklık sinyalleri verilmeye başlarken, bahar mevsimi yağmurlarla başladı. Hatta Adana’nın da ilçelerinde olmak üzere pek çok şehirde Nisan ayının ilk günlerinde kar yağışları bile görüldü.  Bu durumu ise ‘Kış geri geldi’ sözleri özetliyor.

    Eee, atalar boşuna söylememiş; “Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır” diye… Bahar yağmurları olağanca şiddetini göstermeye devam ederken, insanlarında eli yüreğinde aslında. Çünkü yağmur şiddetini artırdıkça “Acaba bir sel baskını olur mu?” endişesinin hepimizde hakim olduğunu söyleyebilirim.

    Birkaç gün etkili olan yağışlardan rahatsız olanlarda oldu. Birkaç kez ‘Burası da Karadeniz oldu, her gün yağmur yağıyor’ diye şikayet edenlere de rastladım ama yağmur, su hayattır ve şikayet edilmeye gelmez.

    Peki sel baskınından mı korkmak gerekiyor yoksa kuraklıktan mı? Aslında ikisi insanı endişe ve paniğe sürüklüyor. Ama ne var ki, ikisinin de şiddeti, etkisi ve ölçüsü önemli. Şuanda Türkiye’nin bazı noktaları kuraklık tehlikesi altında…

    O yüzden şuanda yağan yağmurlar hayati önem taşıyor. Bir taraftan toprak suya doyarken, bir taraftan da barajlarımız su ile dolmaya başladı. Zaten en büyük tehlikelerden bir tanesi barajlarımızın boş kalmasıydı. İşte şuanda yağan yağmurlar ile birlikte boşalan barajlar yavaş yavaş dolmaya başladı. Öte yandan, dağlardaki karlarda yine yavaş yavaş erimeye başladı için, dağlardan inen suyun dereleri coşturduğunu görmek gerçekten insanı mutlu ediyor.

    Umarım birkaç gün ara veren yağışlar devam eder ve bu sayede kuraklık tehdidini bir süre daha ertelemiş oluruz. Malumunuz ülkemiz en fazla yağışı Nisan ayında alıyor. Nisan ayında da yine yağışların uzun süre etkili olması durumunda ülkemizde ki kuraklık tehlikesi de bu sayede son bulmuş olur.

    Aslında bu durumdan da dersler çıkarılması gerekiyor. Hani ilkokullarda bize öğretilen bir şey var, “Elini yıkadıktan sonra musluğu kapat” diye… İşte bu cümlenin ne kadar önemli bir söz olduğu aslında bu yıl biraz daha kendisini hissettiriyor. O yüzden bu yıl ülkemizin kapısını çalan kuraklığa karşı da nasıl mücadele edilmesi gerektiği toplumun tüm kesimine anlatılması ve öğretilmesi gerektiği de ortaya çıkmış oldu.

    Başta çiftçiler olmak üzere, su israfı konusunda toplumun dikkati çekilmeli ve su kaynaklarımızın israf edilmeden en dikkatli bir şekilde kullanılması gerektiği öğretilmelidir. Şu bir gerçek ki, geleceğin savaşları petrol kaynakları için değil, su kaynakları için yapılacağı çok açık ve net bir şekilde karşımızda duruyor. Bu nedenle bir ülke için su kaynakları gerçekten çok önemli ve bu kaynaklar gelecek yıllarda daha da ayrı bir önem kazanacak. O yüzden su kaynaklarımıza çok önem vermemiz gerekiyor. Aksi takdirde gelecek nesillerin vebaline girmiş oluruz.

    Bu arada unutmadan, yağmurlar yağdıkça yollarımızda bozulmaya devam ediyor. Ki, birde kilit parke döşeli olan cadde ve sokaklar var ki, işte oralarda yapılan alt yapı çalışmaları sonrasında toprağın üzerine parke döşemesi yapılmadığı için o cadde ve sokakların durumu oldukça vahim… Çünkü o sokak ve caddelerde koca koca kanalların oluştuğunu ve bu durumunda insan hayatı için zaman zaman tehlikeler oluşturduğunu bu yazı ile bir kez daha yetkililere bir kez daha hatırlatmış olalım…

  • Depremzede Öğrencilere LGS ve YKS’de Ayrıcalık Tanınmalı

    6 Şubat’ta meydana gelen deprem felaketinin ardından gün geçtikçe bilanço ağırlaşıyor. Depremde kaybettiklerimizin sayısı her geçen gün artarken diğer yandan da depremin yaraları sarılmaya, depremden etkilenen depremzedeler için yardımlar ve çalışmalar da aralıksız bir şekilde devam ediyor.

    Depremin gölgesinde ve sürekli olarak korkusu altında sınavlara hazırlanan öğrencilerimiz var bir de… Çok fazla gündem olmuyorlar. Ne yapacaklarını bilemiyorlar ancak sınavlara mevcut koşullarda hazırlanmaya çalışıyorlar.

    Deprem bölgelerinde yaşayan çocuklar ve aileleri sınav sürecinde kendileri için yapılacak bir pozitif ayrımcılık bekliyorlar. Şuanda Deprem felaketinin yaşandığı illerde lise sınavına (LGS) hazırlanan 290 bin, üniversite sınavına (YKS) hazırlanan 310 bin öğrenci olduğu ifade ediliyor. Büyük bir kayıp acısı ve travma yaşayan bu öğrencilerin bu sınavlarda diğer öğrencilere göre ayrıcalıklı olmaları gerekiyor.

    ÖSYM Başkanlığı yaptığı açıklamada deprem sebebiyle afet bölgesi olarak ilan edilen 11 il ve bir ilçemizde ikamet eden, buralardan deprem sonrasında başka il ve ilçelere göç eden tüm adaylarımızdan sınav ve başvuru ücreti alınmayacağını duyurdu. Ayrıca sınava girecek öğrencilerin 2.dönem konularından muaf olacakları ilan edildi.

    2.dönem konularından sadece deprem bölgelerinde yaşayan öğrenciler muaf olmadı. Türkiye genelindeki tüm öğrenciler 2.dönemki sınav konularından muaf oldular. Adaletli bir karar olmadı bu… Çünkü deprem bölgelerinde yaşayan çocuklar, hiç kayıp vermediklerini, evlerinin hasar almadığını göz önüne alsak bile evlerine giremediler. Bırakın ders çalışmayı herkes can derdine düştü. Başka şehirlerde akrabaları olanlar ilk panik anında oralara gittiler. Bir de evi yıkılan, yakınlarını kaybeden, her şeyini kaybeden çocukları düşünün…

    Depremin hissedilmediği şehirlerdeki öğrenciler, kurslarına devam ettiler, online derslerinde katıldılar, soru çözümü, konu anlatımı vs. kaçırdıkları bir şey olmadı. Birde üstüne üstlük 2.dönem konularından onlar da muaf oldular. Bu hiç adil bir karar olmadı…

    Bu sürece kadar deprem bölgesinde sınavlara hazırlanan çocuklara gönüllere su serpecek bir karar alınmadı. Sınava şurada az bir zaman kaldı. En azından çocukların sınavlara rahat girmelerini sağlayacak bir düzenleme yapılması, gerçekten bu çocuklara pozitif bir ayrımcılık yapılması gerekiyor. Bu konuda uzman eğitimcilerin çok sayıda önerileri bulunuyor. Bunlar arasında depremzede çocuklara ek puanlar verilmesi, ekstra onlar için kontenjan açılması gibi farklı seçenekler oluşturulabilir.

     Enkazdan çıkan, evi yıkılan veya hasar alan, o travmayı o deprem korkusunu her gün yaşayan çocuklar sınav sürecinde dezavantajlı durumdalar. Mağdurları korurken başka mağduriyetlere yol açmadan çözüm bulunması gerekiyor.

    Lütfen zaman daha da ilerlemeden öğrencilerin yüreklerini ferahlatacak düzenlemeleri yapın. Belirsizliğin için ne yapacaklarını bilemeyen bu çocuklara yazık etmeyin.

  • Çocuklara Yazık Etmeyin

    6 Şubat’ta meydana gelen deprem felaketinin ardından gün geçtikçe bilanço ağırlaşıyor. Depremde kaybettiklerimizin sayısı her geçen gün artarken diğer yandan da depremin yaraları sarılmaya, depremden etkilenen depremzedeler için yardımlar ve çalışmalar da aralıksız bir şekilde devam ediyor.

    Depremin gölgesinde ve sürekli olarak korkusu altında sınavlara hazırlanan öğrencilerimiz var bir de… Çok fazla gündem olmuyorlar. Ne yapacaklarını bilemiyorlar ancak sınavlara mevcut koşullarda hazırlanmaya çalışıyorlar.

    Deprem bölgelerinde yaşayan çocuklar ve aileleri sınav sürecinde kendileri için yapılacak bir pozitif ayrımcılık bekliyorlar. Şuanda Deprem felaketinin yaşandığı illerde lise sınavına (LGS) hazırlanan 290 bin, üniversite sınavına (YKS) hazırlanan 310 bin öğrenci olduğu ifade ediliyor. Büyük bir kayıp acısı ve travma yaşayan bu öğrencilerin bu sınavlarda diğer öğrencilere göre ayrıcalıklı olmaları gerekiyor.

    ÖSYM Başkanlığı yaptığı açıklamada deprem sebebiyle afet bölgesi olarak ilan edilen 11 il ve bir ilçemizde ikamet eden, buralardan deprem sonrasında başka il ve ilçelere göç eden tüm adaylarımızdan sınav ve başvuru ücreti alınmayacağını duyurdu. Ayrıca sınava girecek öğrencilerin 2.dönem konularından muaf olacakları ilan edildi.

    2.dönem konularından sadece deprem bölgelerinde yaşayan öğrenciler muaf olmadı. Türkiye genelindeki tüm öğrenciler 2.dönemki sınav konularından muaf oldular. Adaletli bir karar olmadı bu… Çünkü deprem bölgelerinde yaşayan çocuklar, hiç kayıp vermediklerini, evlerinin hasar almadığını göz önüne alsak bile evlerine giremediler. Bırakın ders çalışmayı herkes can derdine düştü. Başka şehirlerde akrabaları olanlar ilk panik anında oralara gittiler. Bir de evi yıkılan, yakınlarını kaybeden, her şeyini kaybeden çocukları düşünün…

    Depremin hissedilmediği şehirlerdeki öğrenciler, kurslarına devam ettiler, online derslerinde katıldılar, soru çözümü, konu anlatımı vs. kaçırdıkları bir şey olmadı. Birde üstüne üstlük 2.dönem konularından onlar da muaf oldular. Bu hiç adil bir karar olmadı…

    Bu sürece kadar deprem bölgesinde sınavlara hazırlanan çocuklara gönüllere su serpecek bir karar alınmadı. Sınava şurada az bir zaman kaldı. En azından çocukların sınavlara rahat girmelerini sağlayacak bir düzenleme yapılması, gerçekten bu çocuklara pozitif bir ayrımcılık yapılması gerekiyor. Bu konuda uzman eğitimcilerin çok sayıda önerileri bulunuyor. Bunlar arasında depremzede çocuklara ek puanlar verilmesi, ekstra onlar için kontenjan açılması gibi farklı seçenekler oluşturulabilir.

     Enkazdan çıkan, evi yıkılan veya hasar alan, o travmayı o deprem korkusunu her gün yaşayan çocuklar sınav sürecinde dezavantajlı durumdalar. Mağdurları korurken başka mağduriyetlere yol açmadan çözüm bulunması gerekiyor.

    Lütfen zaman daha da ilerlemeden öğrencilerin yüreklerini ferahlatacak düzenlemeleri yapın. Belirsizliğin için ne yapacaklarını bilemeyen bu çocuklara yazık etmeyin.

  • İptalin önemi

    Sağlık Bakanı Fahrettin Koca sosyal medya hesabından sık sık MHRS randevularında hasta kişilerin
    randevularına gelemeyecekleri zamanlarda mutlaka öncesinde randevularını iptal ettirmeleri
    gerektiğini üstüne basa basa çiziyor.
    Hatta 27 kasımda yaptığı bir paylaşımında Sağlık Bakanı Fahrettin Koca şöyle demiş; “Geçen ay
    randevusu olanların 4’te biri muayene olmaya gelmedi. Bir ayda 4 hafta var. Gelinmeyen randevuların
    tamamının aynı haftada olduğunu kabul edelim. Sizce sağlık sistemi bundan nasıl etkilenirdi? İptal
    edilmeyen her bir randevu sistemi yavaşlatır.” İfadelerini kullanmıştı. Sayın Bakanımız sürekli olarak
    bu ve buna benzer yaptığı paylaşımlarda gelinmeyecek randevuların mutlaka iptal ettirilmesini
    hatırlatıyor.
    Gerçekten Bakanımızın üzerinde bu kadar önemle durduğu kadar önem arz eden bir konudur
    gelinmeyecek randevuların iptal edilmesi. Eğer randevunuza gitmeyecekseniz ve bile bile iptal
    etmiyorsanız o randevuyu bekleyen kişilerin hakkına giriyorsunuz, onların tedavi olma imkanlarını
    ellerinden alıyorsunuz demek oluyor.
    Birebir bu durumun içinde olunca insan daha bir kavrıyor olayın önemini. Şöyle ki bir arkadaşımın
    çocuğunun geçmeyen bir öksürüğü ve burun akıntısı vardı. Bir aydır geçmeyen bir şekilde devam
    ediyordu. Çocuk hastalıkları doktoruna götürdü ve doktor çocuk immünoloji ve alerji hastalıkları
    bölümüne sevk etti. Bu bölüm doktor azlığından sanırım inanılmaz yoğun bir bölümmüş. Randevu
    alabilmek de gerçekten çok zormuş. Çok uğraştı arkadaşım randevu alabilmek için ama alamadı. Tabi
    bu arada çocuğu öksürükten nefes alamaz duruma gelmeye başlıyor. Başka doktora gitse de mutlaka
    alerji bölümü görecek diyor. Alerji bölümünde de randevu yok.
    Nasıl olduysa telefonunda yüklü olan MHRS uygulaması giriyor ve tesadüfen randevu buluyor hem de
    bir ertesi güne. O kadar seviniyor ki onun sevincini sizlere kelimelerle anlatamam. Mutlaka randevu
    almış olan birisi randevusunu iptal etmiş ve bizim çocuğumuz için yer açıldı.
    Bu ve bunun gibi belki yüzbinlerce örnek var. Eğer o randevusunu iptal eden kişi vurdumduymazlık
    yapıp ta iptal etmeseydi daha ne kadar beklenecekti belli değil. O bekleme sürecinde o çocuk ne hale
    gelecekti o da belli değil.
    Sayın Bakanımızın da dediği gibi lütfen gitmeyeceğiniz randevuları gün öncesinde iptal edin. İptal edin
    ki o randevuyu günlerdir, haftalardır bekleyenlere yer açılsın, onlar muayene olsun. Gitmeyeceğimiz
    randevuyu iptal etmezsek bir başkasının hakkına girdiğimizi unutmayalım. Kimsenin sağlığını elinden
    almayalım.
    İptalin önemini aklımızda tutarak gitmeyeceğimiz randevuları mutlaka iptal edelim.

  • TOKİ Bilmecesi

    Sosyal Konut Hamlesi kapsamında TOKİ tarafından hak sahipleri için kura işlemlerinde Adana’ya sıra geldi. Çekilişler yapıldı. Ancak ilk kez yapılan bir uygulama olan arsa dağıtımı konusunda belirsizlik ise halen daha devam ediyor.

    Artan ve halihazırda da artmaya devam eden fiyatlar, ev hayali kuran dar gelirli vatandaşlar için hayal olmuştu. Nasıl olmasın ki daha yeni asgari ücretler verilmeye başlanmadığı için bu rakamı kullanıyorum, 5 bin 500 lira maaşı olan bir aile günümüz şartlarında ev sahibi olabilir mi?

    İmkansız…

    Çünkü daha 1 yıl öncesine kadar 300 bin lira olan bir daire şuanda 1 buçuk milyonun üzerine çıkmış durumda. Geliri sadece asgari ücret olan bir kişi bırakın ev sahibi olabilmeyi kiralara bile yetişemez duruma geldi.

    Bu noktada kişilerin barınma sorunlarına çare olması için 250 bin sosyal konut projesi hayata geçirildi. Çoğu ilde kura çekilme işlemi tamamlandı, çoğu ilde de sırayla devam ediliyor.

    Ancak gel gelelim ilk kez hayata geçirilen bir proje olan TOKİ’nin arsa projesinden ise şuana kadar bir ses çıkmadı.

    Çekilişler ne zaman? Verilecek arsalar nerede? Hiç kimsenin bildiği, duyduğu bir şey yok. Adana’daki yetkililerin de konu ile ilgili bir bilgisi yok. Verilecek arsalar neredeymiş diye sorduğunuzda yer şuanda belli değil cevabını alıyorsunuz.

    Öte yandan TOKİ’nin kendisini arayıp sormak, bilgi almak istediğinizde zaten ulaşamıyorsunuz. Bu bilinmezlik, muamma ne zamana kadar sürecek bilinmez ancak insanlar merak ediyorlar. Bu merakların da giderilmesi için en azından bir açıklama yapılması bekleniyor.

  • Scoterla Mücadele Artmalı

    Tüm Türkiye’de olduğu gibi Adana’da elektrikli scoterlerin yol açtığı kazalar artmaya devam ediyor. Kazalar genellikle kişilerin elektrikli scoter kullanma konusunda bilgi sahibi olmamaları ve yasak olan noktalarda kullanmalarından dolayı meydana geliyor.

    Çoğu da ölümlü biten scoter kazaları her geçen artıyor. Geride bıraktığımız ay içesinde Adana polisi artan scoter kazaları nedeni ile scoter denetimi yaptı.

    Çukurova ilçesi Turgut Özal Bulvarı üzerinde uygulama noktası kuran ekipler, yasak olmasına rağmen yol üzerinde scooter sürenleri durdurdu.

    Gerekli uyarılarda bulunan ekipler, kullanımı yasak olan yolda scooter süren 16 kişiye toplam 6 bin 832 lira ceza kesti.

    Bu denetimlerin arttırılması gerekiyor. Çünkü scoter kullanmak insanlar için heyecan yaşamak, adrenalin yaşamak veya etrafa hava atmak anlamanı geliyor. Hal böyle olunca da amacı dışında ve bilinçsiz kullanılan elektrikli scoterler ölüme davetiye çıkarıyor.

     10 Ekim’de akşam saatlerinde müzisyen Ersin Lastikçi (38), elektrikli scooter kullandığı sırada otomobilin çarpması sonucu hayatını kaybetmişti. Medyada da yer aldığı üzere, Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesinde görevli psikolog Ümit Ertem, 19 Ağustos’ta annesinin evine scooterla giderken düştü. Kazada başını zemine çarpan ve vücudunda sıyrıklar oluşan Ertem, doktora başvurmadı. Ertem, kazadan sonraki gün fenalaşınca ailesinin talebiyle yönlendirilen ambulansla görev yaptığı hastaneye kaldırıldı fakat yapılan müdahalelere rağmen hayatını kaybetti.

    Bunlar gerçekten çok acı olaylar. Bu noktada da denetimlerin ve caydırıcı cezaların önemi artıyor. Sıkı denetimlerin yanı sıra 15 yaş altı çok sayıda çocuk bilinçsiz bir şekilde elektrikli scoter kullanıyorlar. Bunlar kesinlikle önlenmelidir. Kasksız ve diğer koruyucu ekipmanlar olmadan elektrikli scoter kullanılmamalıdır. Öte yandan bu elektrikli scoterlar dünya genelinde yaya yolunda değil, bisiklet yolunda kullanılmaktadır ve bizim yollarımızın durumu şuanda bu araçlara müsait değildir.

    Elektrikli socetarlerları yolların kenarlarına sıra ile dizmek bir modernlik sembolü değildir. Bunu yapanlar böyle düşünüp övünüyorlarsa hiç övünmesinler çünkü scoter kullanımına hazır yol olmadan bunları hizmete sunmak kazalara davetiye çıkarmaya eşlik ediyor.

    Ülkemizde ve şehrimizde maalesef ki aslına uygun kullanılmayan scoterlar ölümlere davetiye çıkarmaya devam ediyor. Anneler babalar izin vermeseler de yaşları müsait olmayan çocuklar gizli gizli bunları kullanmaya çalışıyorlar. Küçücük çocukları bunların üzerinde görünce yüreğimiz acıyor. Ya bu scoterleri  nasıl koyduysanız öyle toplayın yada denetimler daha geniş alanlarda daha sık bir şekilde yapılsın. Cezalar da caydırıcı olsun ki kafasına göre herkes bunlara binip de canlarını tehlikeye atmasınlar.