Bu dünyadan adam gibi bir adam, Mehmet İnanır geçti. Geçerken de Adana’ya uğrayıp hiç unutulmayacak izler bıraktı.
Adaletin bu mu dünya
Ne yar verdin ne mal dünya
Kötülerinsin sen dünya
İyileri öldüren dünya; der Üstat
Üstüne basa basa İyileri Öldüren Dünya.
Dese de, Rabbimin hükmüne boynumuz kıldan incedir. Bize düşen emanetlerine sahip çıkmak, arkasından yas tutmak, kalbimizin kederini gözlerimize vurup yanaklarımıza akıtmaktır. Ama işte tam da bu noktada, insan ölüm Allah’ın emri de, hasretlik olmasa demekten kendini alıkoyamıyor.
Bugün senin ölüm yıldönümün, ölümün yıldönümü mü olurmuş diyor insan sesli sesli düşününce ama oluyor işte. Dünyalılar böyle söylüyor çünkü. Ne zaman Ağustos ayı yaklaşsa içime buruk bir hüzün çöker, gözlerin gelir aklıma İnsan gözlerin, boyun posun, tam karşıdan bir adam gelir bana doğru, bütün haşmetiyle, maddi manevi bütün güzellikleriyle. Sonra hayatın ne kadar da anlamsız, boş olduğu.
Bazı insanların ömrü uzundur ama biriktirdiğin anı çok azdır. Bir varmış bir yokmuş gibi. Bazı insanların ömrü ise bir kelebek gibidir. Doğmakla ölmek arasında geçen kısacık bir ömür. Ama bıraktığı izler o kadar derindir ki, sanırsın ki çok uzun yaşamış. Çünkü koca yürekli adamların kaç yıl yaşadığı pek de önemli değildir aslında, onlar kaç yaşında ölürse ölsün, arkalarında kocaman bir hayat bırakırlar. Onunla biriktirdiğin hatıralar o kadar değerlidir ki, sanki dün kaybetmişsin gibi aklındadır hepsi, bir saniyesini bile unutmaya kıyamazsın. Bir varmış hep varmış gibi. Adam Gibi Adam derler ya adına. Üç günlük bir ömür ama bol kepçe insanlık, yüküyle asalet, hacmiyle iyilik. İşte benim bir tanecik Mehmet Ağabeyim.
İnsanlar vardır, gelip geçerler bu dünyadan. İnsanlar vardır, gelip geçerler de bu dünyadan Bir Türlü Gidemezler gönüllerden. İşte benim Mehmet Ağabeyim.
İnsanları bir kategoriye girdir deseler. Kimine teneke, kimine gümüş, kimine altın, kimine pırlanta derim. Ama çok ender bulunan pırlantalardan. İşte benim Mehmet Ağabeyim.
Mehmet İnanır, Kadir İnanır’ın ağabeyi, teyzemin biricik eşi, benim aramızda kan bağı olmamasına rağmen kalpten ağabey dediğim insan. Yakışıklı mı yakışıklı, yürüdüğü yeri titreten tarzdan. Tam karşınızdan geliyorsa eğer, göz ucuyla hizanıza gelene kadar bakmaktan kendinizi alıkoyamazsınız hatta arkasından bakmamak için de zor tutarsınız kendinizi.
Ordu’nun Fatsa ilçesinden. Teyzemle İstanbul’da Kimya Mühendisliği’nde okurken tanışıyorlar. Kısa zamanda evlenmeye karar veriyorlar. Benim onu tanımam ise ilkokula bile gitmediğim yıllara rastlıyor. Teyzemle nişanlarını hayal meyal hatırlayabiliyorum. Hatta bir resmimiz bile var ben omuzundayım. Sonra düğünleri, sahneye çıkıp o billur sesinden teyzeme Kalbimin Sahibi Sensin’i söylüyor. Çocuğum ama sesinin tonundan, notalara aşkla vurmasından ne kadar etkilenmişim ki gün gibi aklımda o sahne.
Biri aşk dedi mi, aklıma nedense hep ikisi gelir. Mehmet Ağabey ağır adamdır, bir kere bile önümde teyzeme sarıldığını görmedim ama birbirlerine bakarken ki o gözlerde ki aşk, sağır sultanı bile uykusundan uyandırırdı.
İlerleyen yıllarda Adana’da ticaretle uğraşmaya başlıyor. Merdivenin basamaklarını o kadar hızlı çıkmaya başlıyor ki, herkes gıpta ederek bakıyor. Öyle bir çevresi oluyor ki, iddia ediyorum, doğma büyüme bir Adanalının bile böyle bir çevresi olamaz. Çok kısa zamanda Adananın göz bebeği oluyor.
Büyüdükçe kendisini daha iyi tanımaya başlıyorum. İnsan Adam lakabı yapıştıkça yapışıyor üstüne. Mağdura hiç kıyamaz, öyle ki o zamanlar herkesin evinde renkli televizyon yok, lüks yani, tesadüfen bir çocuğun bu isteği kulağına çalınıyor. Hemen bir renkli televizyon alıp gönderiyor evine. Sonra benim gözümde ikinci bir unvan kazanıyor Fakir Babası.
İki çocukları oluyor. Erdoğan ve Sancar. Gözlerine bakmaya kıyamaz, esen yelden sakınır ama ah hayat ah öyle insafsız ki.
Dershaneye gittiğim yıllarda teyzemde kalıyorum hafta sonları. Onu çok daha yakından tanıyorum. Bir gün teyzem bana bir elbise dikiyor, fermuarı eksik. Koca adam dışarı çıkıp fermuar alıyor ki ben o elbiseyi bayramda giyeyim.
O gölgesi çok ağır olan adamın öyle bir yüreği var ki, tam yufka kıvamında. Onun bir şey yapmasına gerek yok ama varlığı bile Ona çok saygı duymanız gerektiğini söylüyor size. Karşısında otururken hep oturuşuma dikkat etmiş, konuşurken sözlerimi üç kere düşünüp söylemişimdir. Öyle saygıdeğer bir insan.
Yine bir gün ailevi bir nedenden dolayı ağlıyorum. Kahretmişim hayata, vazgeçmişim her şeyden. Yanıma geliyor bana uzun bir konuşma yapıyor. Konuşması bittiğinde öyle bir ayağa kalkıyorum ki, güçlüyüm artık. Ah hangi birini sayayım ki.
Derken bir gün kanser olduğu haberini alıyoruz. İstanbul’da bir hastaneye gidiyoruz. Kadir ağabey biricik ağabeyinin başından ayrılmıyor. Hep birlikte kahroluyoruz. Ama en çok teyzem. Koca bir çınar ağacı düşünün, önce yapraklarını döküyor sonra yavaş yavaş köklerinden ayrılıp yıkılmaya başlıyor. Ve siz çaresizlik içinde çırpına çırpına seyrediyorsunuz.
Bir insanın ne kadar seveninin olduğunu iyiyken değil, hastayken anlarmış ya insan. Hastane ziyaretçi akınına uğruyor. Türkiye’nin dört bir yanından duyan geliyor. Ama ne çare, an be an gidiyor Ağabeyim
Hastane anılarını yazmak istemiyorum Onlar bende kalsın çünkü ilk an gibi oturuyor acısı üstüme.
Doktorlar umudun kalmadığını söylüyor. Toplanıp eve dönüyoruz. Annesine haber veriliyor. Fatma Teyzem iki oğul daha kaybetmiş Mehmet Ağabeyden önce. O yaktığı ağıtlar bir saniye bile silinmedi aklımdan. Ama en çok da bir sözü var ki teyzeme, Ben Doğurdum Sen Büyüttün Kızım.
Yavaş yavaş sona doğru yaklaşıyor. Bilinci kapanmaya başlıyor. Bir gün koridorda gözüm yatak odasına yattığı odaya ilişiyor, avuçları teyzemin yanaklarında. İşte Aşkın Fotoğrafı diyorum, iyi bak çünkü bir daha göremeyeceksin.
Ve 4 Ağustos hafızamdan asla silinmeyecek o kara gün, sabaha karşı kaybediyoruz gönlümün tek ağabeyini.
İnsan cenazeyle övünür mü, övünürmüş işte. Yazın ortası olmasına rağmen öyle bir mahşeri kalabalık var ki, gözyaşları sel oluyor. İçimden diyorum ki, yaşayacaksan böyle yaşa işte, bir gün gittiğin zaman, sana yakılan ağıtların sesi dokunsun fani bedenine ve de ki, Yaşadım Ama Adam Gibi Yaşadım.
Şimdi 3 tane torunu var, ne yazık ki hiçbirini göremedi. Öldüğünde 45 yaşındaydı. Kimine göre çok az yaşadı, bana göre çok az insana nasip olacak kadar Kocaman yaşadı.
O vakitten beri ne zaman Ordu’nun derelerini dinlesem hep O gelir aklıma. Hatıralar bir bıçak gibi keser göğsümü. Derin bir iç geçiririm. İçim acır.
Ordunun dereleri
Aksa yukar aksa
Vermem seni ellere
Ordu üstüme aksa
Sürmelim aman
Oy Mehmetim Mehmetim
Sana küstüm diyemedim
Seni bana geçmişler
Vallahi ben demedim
Sürmelim aman
Ordunun dereleri
Kara yosun bağlıyor
Kalk gidelim sevdiğim
Annen evde ağlıyor
Sürmelim aman
Oy bağlamam bağlamam
Zerdalı mısın
Garip garip çalarsın
Benden sevdalımısın
Bu dünyadan adam gibi bir adam geçti. Mehmet İnanır geçti. Umarım arkandan dökülen gözyaşları cennetine gül olur ağabeyim